Afganistan’da Türkiye’nin nasıl bir rol oynayacağına dair formül üzerinde aslında tam bir karara varılmış değil. Bu karar Afganistan’dan çekilme kararı almış olan ABD ile görüşmelerle belirlenecek elbet ama bu konuda ABD’nin tek karar verici veya belirleyici olmadığı da gün gibi ortada. Oluşacak kararda da Türk varlığının oradaki mevcudiyetinde de belirleyici başka faktörler ve aktörler olacağı da açık. Bu aktörler arasında Pakistan da olacağı gibi Afganistan’ın da halkını temsil eden bütün taraflar, dolayısıyla Taliban da var.
Taliban’ın bugünün Afganistan’ının en önemli gerçeği olduğunu herkes kabul etmiş durumda, tabii başta onunla yürüttüğü 20 yıllık savaşı kazanamayacağını anlamış olan ABD de. O yüzden ABD çekilmeye karar verdiğinde Taliban’la uzun müzakereler yürüttü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kuzey Kıbrıs gezisine çıkmadan önce havaalanında bu siyasi manzarayı olabilecek en net biçimde aktardı. Taliban’ın da Türkiye ile şimdiye kadar hiç bir zaman çatışmamış olduğu gerçeğine işaret ederek Türkiye’nin de onunla görüşmekten çekinmeyeceğini ifade etti.
Bunları söylerken Taliban’ın inançlarıyla bir sorunlarının olmadığını da ekledi. Bu sözler üzerine Türkiye’de birçok kesimden gelen tepkiler insanların kendi inanç ve kimlik dünyalarını nasıl görüp tanımladıklarıyla ilgili ibretlik bir manzara ortaya koydu. Birilerinin kendini Taliban dini ve inancından ayrıştırma telaşı, bu telaş esnasında Taliban’a veya başka insanlara karşı sergiledikleri ötekileştirme ve bunu da yaparken sergiledikleri cehalet aslında çok da şaşırtıcı değil. Çünkü bu konuda tavır ortaya koyanlar hep aynı tipler oluyor.
Erdoğan’ın Taliban’ın inancıyla ters düşmemesi ifadesinde onların izledikleri siyaset veya belki bu inanca dayandırdıkları içtihat ve uygulamaları benimsediği sonucu elbette çıkarılamaz. Neticede Taliban’ın uygulamaları belki kendi inançlarına referans veriyordur ama bu inançtan sadece bu yorum ve sonuç çıkar diye bir şey yok.
Nitekim Taliban’ın da fıkıh ve itikat olarak Hanefi ve Maturidi olduğunu ilk duyanlar bu noktada muhtemelen bir şaşkınlık yaşıyorlardır. Kendini özellikle Taliban ve Selefi inancının aşırılıklarından ayırmak için Türk İslam’ının Hanefiliğine ve Maturidiliğine vurgu yapan ve bu inançların hoşgörü, çokkültürlülük, irade ve eylem konusunda pozitif değerler aşıladığına vurgu yapan bir emekli büyükelçiye bir zamanlar Taliban’ın da hem Hanefiliği hem de Maturidiliğini hatırlattığımda nasıl bir şaşkınlık yaşamış olduğunu çok iyi hatırlıyorum.
O zat muhtemelen Maturidilik ve Hanefiliğin sosyolojik ve tarihsel koşullardan bağımsız olarak her yerde aynı şekilde tezahür ettiğini sanıyordu. Oysa sosyoloji bu ihtimalleri toplumsal değişim ve olaylardaki görülebilir veya görülemeyen farklı etkenlere dikkat çekerek öğretir.
Esasen Taliban’ı temayüz ettiren uygulamalar da referanslarını dini epistemolojisinden alıyorsa da o referanslara o yorumlarla götüren, yaşadıkları tarihsel olaylardan ayrı düşünülemez. Neticede işgal görmüş bir ülkenin bağımsızlığına tavizsizce düşkün, Afgan mizacına uygun bir mücadele çizgisini benimsemiş bir hareket, Maturidilik ve Hanefiliğin bambaşka bir örneğini ortaya koymuştur. İnanç aynı ama uygulama farklı ortaya çıkmıştır, üstelik bu farklılıkta her durumda kendimizi Taliban’dan haklı veya üstün çıkaracak hiç bir imtiyazımız yok. Kimin ne yaşadığını kim bu kadar kolay bilip yargılayabilir? Hele bir işgal ve bu işgale karşı sergilenmiş bir halkın direnişi sözkonusuysa.
Kimi Taliban’ın anlayışına Selefilik atfediyor bilip bilmeden, onun bu katılığını Suudi Arabistan’dan aldığı destekle Selefiliğe veya Vehhabiliğe bağlıyor.
Tamamen ezbere klişelerle yapılan bir yakıştırma olduğunu söylemek zorundayız. Taliban Selefi de değil Suudi Arabistan desteğinden de çok uzak. Bilakis Taliban’ın din anlayışı Selefiliği de yargılayan ona fersah fersah uzak bir anlayış ve Suudi Arabistan’a Vehhabiliğe de en ufak bir sempatisi yok.
Geleneksel medrese hocaları ve öğrencilerinin son derece güçlü, dini anlayış, saygı ve sadakate dayalı örgütlü yapısıyla Afganistan’da var olan sosyolojik yapıya hiç yabancı değil. Bilakis alternatif siyasi aktörlerin bıraktığı çözümsüzlük ve kaos ortamına sundukları otorite ve düzen teklifiyle kısa sürede halkın büyük çoğunluğunun onayını almayı başarmışlardır. Yani ülkeye dışarıdan gelmiş veya kökü dışarıda bir yapı değil bilakis neticede Afgan halkının bünyesinden ortaya çıkmış bir olgudur.
Erdoğan’ın Taliban’ın inancıyla ters olmadığımızı söylemesini bu bağlamda anlamak lazım ve çok yerinde bir açıklama. Elbette bazı siyasetlerimizde karşılıklı anlayış çerçevesinde bazı diyaloglarımız olacaktır.
Ayrıca bazıları hızlarını alamayıp Taliban’ı terörist bir örgüt seviyesine indirmişler. Doğrusu Taliban, ABD işgali esnasında 7 yıldır ülkeyi yöneten bir hükümet idi. İşgalle birlikte direnişe geçti ve bu esnada Afganistan dışında hiç bir yerde hiç bir silahlı eylemi olmadı. Misyon olarak sadece kendi ülkesini işgalden kurtarmayı koydu ve görülüyor ki bu konuda başarılı olmuş durumda. Onunla savaştığı için ona terörist diyen ABD bile onunla masaya oturdu, onu tanıdı ve bundan sonra onunla bir taraf olarak temas halinde olacağını ortaya koymuş oldu.
Türkiye’nin ise Taliban’a terörist muamelesi yapması hangi haklı ve makul gerekçeye dayanabilir?
Elbette Türkiye Afganistan’da kendi misyonuyla ve Afgan halkına rağmen değil onların da muvafakatı ve karşılıklı anlayışıyla bulunacaktır. Bu çizgiden bir sapma sözkonusu bile değil.